31 Temmuz 2012 Salı

Suyu Sevmeyen Fil

Bir zamanlar, büyük bir ormanda bir fil yaşarmış. Bu fil suyu hiç sevmez, hiç yıkanmak istemez, adeta sudan korkarmış. Oysa ki ormanda yaşayan diğer filler suya bayılır, su da oyunlar oynayarak çok eğlenirlermiş. Günlerden bir gün, filin tüm arkadaşları yine göle gitmişler. Bizim fil yalnız kalmış, bu durum hiç hoşuna gitmemiş. Ne yapacağını düşünürken uzaktan arkadaşlarının kahkaha ve gülüşlerini duymuş ve onların yanına gidip onlarla beraber olmak istemiş. Ama bu nasıl olacakmış? Suyu sevmese de oyun oynamak için ıslanması gerekecekmiş ama yine de gitmiş gölün kıyısına. Arkadaşları bizim fili görünce çok sevinmişler. "Hadi gel, hortumla su atmaca oynuyoruz birbirimize" demişler. Fil ise çekinerek suya girmiş fakat suyun içinde arkadaşlarıyla oynamak filin çok hoşuna gitmiş. Bir daha da sudan hiç korkmamış ve yıkanmayı çok seven bir fil olmuş.

Tembel Kurbağa

Küçük bir gölde yaşayan çok tembel bir kurbağa varmış. Bu kurbağa, o kadar tembel o kadar tembelmiş ki hiçbirşey yapmak istemezmiş bütün gün. Tek yaptığı bir yaprağın üstüne çıkıp yan gelip yatmak ve vıraklamakmış. Hatta yemek aramak yerine çoğu zaman aç kalmayı tercih edermiş. Yerinden hiç kıpırdamadan öylece yaprağın üstünde durmak ona büyük bir keyif verirmiş. Oysa arkadaşları bu tembel kurbağadan çok farklıymış. Suda atlar, zıplar, oyunlar oynarmış. Günlerden bir gün göle bir kurbağa avcısı gelmiş. Avcı önce etrafı gözlemiş, tek bir kurbağa yakalaması yetermiş. Yolda da gelirken çok zor olacak kurbağa yakalamak diye düşünmüş içinden, ta ki bizim tembel kurbağayı görene kadar. Avcıyı gören diğer kurbağalar hemen sazlıkların arkasına saklanmışlar. Ama bizim tembel kurbağa o kadar tembelmiş ki canından olmayı göze almış ve yerinden bile kıpırdamamış. Avcı da hemen onu yakalamış. Tembellik kurbanın avlanmasına sebep olmuş. Tembel kurbağa bu kadar tembel olduğu için üzülmüş ama elden ne gelir, avcı onu o çok sevdiği gölden alıp götürmüş.

Küçük Beyaz Deniz Yıldızı

Küçük deniz yıldızı büyük bir dalga ile denizin kıyısına bir gece vakti geldi. Denizin o büyük dalgası onu kıyıya vurduğunda biliyordu ki, daha büyük bir dalga gelecek ve onu yine derin denizlere taşıyacaktı. Kimbilir bu sefer denize dönünce ne maceralar yaşayacaktı. Belki minik balıklarla arkadaş olup oynayacak ya da denizanaları ile yüzecekti. Dalga kıyıya her vurduğunda çıkardığı su sesine ne de çok bayılırdı. Bir de suyun içindeki okyanusun sesine. Bayıldığı sesler sadece bunlar sanmayın, en çok sevdiği ses denizin içindeki küçük balıkların sesiydi. Aynı zamanda bir de yaz geldiğinde kıyada oynayan çocukların seslerine çok bayılıyordu. Minik minik elleriyle kıyıda oynarken, kumdan kaleler yaparken ya da taşları toplarken düşündü çocukları. Kendisi de bir çocuk olmayı hayal etti. Çünkü sahilde en mutlu insanlar çocuklardı. Büyükler hep uyuyordu şezlonglarda. Büyüklerden kaçıyordu küçük beyaz deniz yıldızı. Çünkü onlardan korkuyordu biraz, büyükler onu alıp o çok sevdiği sulardan ayırabilirdi. Oysa çocuklar öyle miydi? Onlar küçük deniz yıldızını görünce sevinçten çığlıklar atar ama asla ona dokunmazlardı. Bu yüzden çocuk olmak güzel bir şey olmalıydı. Hayallere dalan küçük deniz yıldızı, güneş dağların arkasında doğmak üzereyken, kimse onu görmeden tekrar sulara döndü ve derin denizlere doğru yol aldı.